Son 10 aydır Türkiye'yi de etkisi altına alan Covid-19 salgınına karşı uygulanan kısıtlama ve sosyal mesafe kuralları, her yıl kış mevsiminde şikayetlerin başını çeken gribal enfeksiyon oranlarının düşüşüne neden olduğu gözlendi.
Devamı 2 gün önce
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Abdurrahman Şenyiğit, son günlerde Türkiye gündeminde olan Sinovac aşısının güvenirlilik durumu, mevsimsel hastalıklar olarak adlandırılan gribal enfeksiyon şikayetleri ve Covid-19 tedavisinde önerilen ilaçların kullanım durumları hakkında açıklamalarda bulundu. video Şenyiğit "Bilindiği üzere sayın Cumhurbaşkanı, Sağlık Bakanı, Bilim Kurulu üyeleri ve bende dahil olmak üzere birçok sağlık görevlileri Çin'den gelen aşıdan yaptırdık. Eğer bir aşı yüzde 100 civarında hastalıklardan koruyorsa mutlaka o aşının yapılması lazım. Şahsen sırası gelenlerin bu Sinovac aşılarını yaptırmalarını tavsiye ediyorum." ifadelerini kullandı. "Gribal enfeksiyon ile Covid-19'un belirtileri aynı" Covid-19 ile aynı belirtileri taşıyan gribal enfeksiyonların bu yılki kısıtlama uygulamalarından dolayı fazla görülemediğine dikkati çeken Şenyiğit, "Kış dönemindeyiz. Değişik gribal enfeksiyonlarda karşımıza gelebilir. Diğer yıllarda olduğu gibi gribal enfeksiyonları görmememizin bir sebebi var. İnsanlar dışarı çıkamadığı ve kapalı ortamlarda çok fazla bulunmadığı için grip ve nezle bu sene daha az görüldü. Daha çok Covid-19 görülen hastalıklardan gribal enfeksiyonları ile ayırt edilebilecek yüzde 100 bir durum yok." şeklinde konuştu. Her iki hastalığın da belirtilerinin neredeyse aynı olduğuna vurgu yapan Şenyiğit "Ciddi anlamda burun akıntısı, nezle tarzında şikayetler, hafif kırgınlık, boğaz ağrısı, burun akıntısı ve baş ağrısı olan hastaların Covid için çok fazla endişelenmesine gerek olmadığının kanaatindeyim. Ancak bir gribal enfeksiyon ile Covid-19'u ayırt etmemize imkan yoktur. Covid için geçerli bir takım bulgular vardır. Şiddetli göğüs ağrısı, öksürük, nefes darlığı ve yüksek ateş gibi şikayet durumlarında Covid-19'dan şüphelenmek lazım ve ona göre tedavi olmak lazım." diye belirtti. "Covid-19 tedavisinde önerilen ilaçların kullanılmalıdır" Şenyiğit, "Dolayısıyla burnunuz akıyorsa ve bir nezle durumunuz varsa çok endişe etmeyin. Büyük ihtimalle bu Covid-19 değildir. Birkaç gün beklemeye rağmen yüksek ateş oluyor ve nefes daralıyorsa muhakkak hastaneye başvurup covid-19 testinin yaptırılması gerekir." ifadelerini kullandı Covid-19 tedavi sürecinde kullanılan Favipiravir Antiviral'e de değinen Şenyiğit "Halk arasında devlet tarafından verilen Covid-19 ilaçlarının kullanılmaması gerektiği yönünde söylentiler vardır. Böyle bir şey kabul edilemez. Erken dönemde kullanılırsa etkisini gösterebilir. Geç dönemde etkisini göstermez. Onun için size Covid-19 teşhisi konulmuşsa ve Favipiravir ilacı verilmişse mutlaka belirtilen süre ve dozda tüketilmelidir." şeklinde konuştu. (İLKHA)
Yunan başpiskoposun İslam'a yönelik hakaret içerikli ifadelerine tepki gösteren İTTİHADUL ULEMA üyesi Molla Muhammed Beşir Varol, söz konusu ifadelerin Avrupa ülkelerinde İslam'ın yayılmasından duyulan endişeden kaynaklandığını söyledi.
Devamı 2 gün önce
Geçtiğimiz günlerde Yunan Başpiskopos İeronimos'un İslam'a yönelik hakaret içerikli ifadelerine tepkiler devam ediyor. Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere bir çok kurum ve kuruluş, yaptığı açıklamada sarf edilen ifadelerin kabul edilemez olduğunu belirtti. video İTTİHADUL ULEMA üyesi Molla Muhammed Beşir Varol da İeronimos'un kullandığı ifadelerin İslam'ın, Avrupa ülkeleri başta olmak üzere dünya genelinde yaygınlaşmasından duyulan endişenin tezahürü olduğunu söyledi. Molla Varol "Yunan başpiskoposun yaptığı terbiyesizlik. İslam'a ve Müslümanlara yönelik iftiraları onların endişe ve kaygılarından kaynaklanmaktadır. Oluşan kaygı ve endişeleriyle İslam'ın yayılmasını engellemenin hesabını güdüyorlar. Son zamanlarda Avrupa ülkelerinde İslam dini hızla yayılıyor hatta onların kiliseleri satın alınarak mescitlere dönüştürülüyor. Bu durum onları endişelendiriyor." dedi. "Onlarda din ve menfaat taassubu var" İeronimos'ta din ve menfaat taassubu olduğunu söyleyen Varol "Allah-u Teala İslam dinini tüm insanlığa göndermiştir ve son peygamberi de Hazreti Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'dir. Bizler Hazreti Muhammed'e iman ettiğimiz gibi Allah'ın gönderdiği tüm peygamberlere inanıyoruz. Ama onlarda din ve menfaat taassubu var. Peygamberlerine olan inançları da menfaatleri doğrultusundadır. Onlar, çıkarlarına ters düştüğü durumlarda peygamberlerini inkâr eder, sözlerini tahrif eder." ifadelerini kullandı. Hristiyanların bir kısmının bugün olduğu gibi Peygamberimiz döneminde de İslam'ı reddettiklerini hatırlatan Varol "Peygamberimiz döneminde de bu tür durumlar mevcuttu. Nitekim Necran Hristiyanları Peygamberimizin yanına geldiğinde Efendimiz onlara İslam'ı tebliğ etmiş, Kur'an-ı Kerim okumuştu. Fakat onlar iman etmemişlerdi. Hatta Peygamberimiz onlara lian yani karşılıklı lanetleşme teklifinde bulunmuştu. Onların keşişleri İslam'ın hak din olduğunu bildiklerinden dolayı bu teklifi kabul etmeyerek kaçmışlardı." şeklinde konuştu. "Ehli kitap topluluklar Hazreti Muhammed'in Allah'ın Resulü olduklarını biliyorlar" Bizans imparatoru Herakleios'un kıssasını aktaran Varol, "Herakleios'a peygamberimizin mektubu ulaştığında kendisi Hazreti Muhammed hakkında bilgi edinebilmek için Araplardan birinin huzuruna getirilmesini istemişti. O zamanlarda ticaret amaçlı Şam'da bulunan Ebu Sufyan'ı huzura getirdiler. Ebu Sufyan'a yönelttiği sorular karşısında aldığı cevaplarla Hazreti Muhammed'in peygamber olduğunu anlamış ve 'Eğer O gerçekten Allah'ın Peygamberi ise yakın zamanda gelip bastığım bu toprakları alacaktır' sözlerini sarf etmişti. Nitekim kısa süre sonra Şam fethedilmişti. Fetih zamanında Herakleios iman etmek istemiş fakat İslam'a karşı çıkan halkının kendisini öldürmesinden korktuğu için vazgeçmek mecburiyetinde kalmıştır. Yani ehl-i kitap olan topluluklar Hazreti Muhammed'in Allah'ın Resulü olduklarını biliyordular. Bu, Kur'an-ı Kerim'de bazı ayetlerde de zikredilmiştir." dedi. İslam'a iftira atarak insanların kılıç veya silah zoruyla Müslümanlaştırıldığı iddialarına açıklık getiren Varol "İnsanların zorla Müslümanlaştırıldığı iddia ediliyor. Fakat aslında günümüzde toplulukların Müslüman olmaları noktasında kendilerini zorlayabilecek veya dayatmada bulunabilecek İslami bir devlet yoktur. Ama buna rağmen şu anda insanlık akın akın İslam'a geliyor." diye belirtti. "Bu söylemler tamamen duydukları endişelerin sarhoşluğuyla sarf edilmiş sözlerdir" Varol "Bu söylemler tamamen duydukları endişelerin sarhoşluğuyla sarf edilmiş sözlerdir. Tek umutları bu tür söylemlerle İslam'ın yayılmasını bir nebze de engelleyebilmektir. Üstad Bediüzzaman'ın deyimiyle Osmanlı Avrupa'ya, Avrupa da Osmanlı'ya gebedir. İnşallah Avrupa'nın Osmanlı'ya yani İslam'a tabi olması yakındır. Çünkü bugün insanlık içerisinde hürriyet hâkim olmuş, taassupçuluk hükmünü kaybediyor. Taassup sadece keşiş ve hahamlarda, menfaatperestlerde kalmış durumdadır. Bu hürriyet arayışı onları muhakkak bir gün hakikate ulaştıracaktır." ifadelerini kullandı. İslam dininde zorlamanın olmadığına ve Kur'an-ı Kerim'de de bunun açık bir şekilde zikredildiğine vurgu yapan Varol "İnsanlar tercih ettikleri dini istedikleri şekilde serbestçe yaşayabilirler. Bugün üzerinde bulunduğumuz bu topraklar bin 400 senedir İslam'la tanışmasına rağmen halen içimizde gayri müslimler bulunmakla beraber inançlarını serbestçe yaşayabiliyorlar." şeklinde konuştu. "Asıl zorbalık yapanlar İslam coğrafyalarına bombalar yağdıranlardır" Asıl şiddet yanlısı olanların Avrupa ülkeleri olduğunu hatırlatan Varol "Asıl zorbalık yapan Filistin'de, Suriye'de ve diğer İslam coğrafyalarında Müslümanların üzerlerine bombalar yağdıranlardır. Bugün en büyük zorbalığı Avrupa bulundurduğu silah teknolojisiyle gerçekleştirmektedir. Bizler Avrupa ülkelerine saldırmıyoruz, onlar Irak'a, Suriye'ye, Filistin'e ve diğer İslam topraklarına saldırılar yaparak işgallerini gerçekleştiriyorlar." diye belirtti. İeronimos'un İslam dinini bir siyasi parti olarak tasvir etmesini yorumlayan Varol, "İslam, bir siyasi parti şekli değildir. İslam, siyaseti içinde barındıran bir dindir. Çünkü İslam bir yönetim şeklidir. İçinde kanun ve nizamı barındırmaktadır. Nitekim Peygamberimiz hayat şekliyle bunu uygulamıştır. Aslında Avrupa'nın korktuğu kısımda budur. Bu terbiyesizinde sarf ettiği cümleler tamamen yalandan ibarettir." dedi. (İLKHA)
Bölgede etkili olan kar yağışının yaşamı ve ulaşımı olumsuz etkilememesi için Karacadağ bölgesinde çalışmalarını sürdüren Bağlar Belediyesi, kar yağışının kaygan hale getirdiği yolda kaza yapan vatandaşlara yardımcı oldu.
Devamı 2 gün önce
Diyarbakır'da Karacadağ eteklerinde bulunan Karacadağ Mahallesi'nde kaza yaparak takla atan aracı fark eden ekipler, olay yerine ulaşarak önce vatandaşlara yardımcı oldu, ardından 112 Acil Servis ekiplerine bilgi verdi. Olay yerine gelen sağlık ekipleri, ilk kazanın ardında hafif yaralanan vatandaşları hastaneye ulaştırdı. Bölgede kar temizleme ve yol açma çalışmalarını aralıksız olarak sürdüren belediye ekipleri, Karacadağ, Alankoz ve Kolludere mahallelerinde yoğun kar nedeniyle kapanma tehlikesi geçiren yollara müdahale ederek açtı. 37 kırsal mahallenin bulunduğu Karacadağ bölgesinde ulaşıma kapalı yerleşim yeri olmadığı kaydedildi. (İLKHA)
Almanya'da en az bin 579 mülteci çocuğun kayıp olduğu raporunu değerlendiren HÜDA PAR Genel Başkanı Sağlam, kayıp çocukların akıbetlerinin endişe verici olduğuna dikkati çekerek İslam dünyasına bu çocuklara sahip çıkması çağrısında bulundu.
Devamı 2 gün önce
HÜDA PAR Genel Başkanı İshak Sağlam, dış gündeme ilişkin yaptığı açıklamada; kayıp mülteci çocuklar, Afganistan’da sivil katliamı, dünya Müslümanlarının Kudüs’e sahip çıkması ve Suriyeli mülteciler gibi gündemin öne çıkan konularını değerlendirdi. Kayıp mülteci çocuklar Kayıp mülteci çocuklar için değerlendirmelerde bulunan Sağlam, “Almanya'da en az bin 579 mülteci çocuğun kayıp olduğu açıklandı. 14-17 yaşlarında 972 çocuk ile 13 yaşından küçük 607 çocuktan haber alınamıyor. EUROPOL'un 2020’de hazırladığı raporda Avrupa ülkelerinde 11 bin kayıp çocuktan bahsedilirken Avrupa parlamentosu da 170 bin refakatsiz göçmen çocuğun olduğunu bildirdi. Yunanistan’daki göçmenlerden yalnızca refakatsiz çocukların bir kısmının ülkeye alınmasını kabul eden Almanya, kayıp çocukların akıbeti ile ilgili kapsamlı bir soruşturma yürütülmesini engellemektedir.” dedi. “Her türlü istismara açık olan çocukların akıbeti endişe vericidir” İslam dünyasının kayıp çocuklara sahip çıkması çağrısında bulunan Sağlam, değerlendirmelerini şöyle sürdürdü: "Her türlü istismara açık olan çocukların akıbeti endişe vericidir. Can kaygısıyla çatışma bölgelerinden uzaklaşırken ailelerini yitiren çocuklar, İslam ülkeleri tarafından sahipsiz bırakılmış, her türlü istismar ve asimilasyona açık bir şekilde Avrupa ülkelerine teslim edilmiştir. Kendi çocuklarına sahip çıkamayan İslam dünyası, bugün bu çocukları bir kez daha sahipsiz bırakmaktadır. Kayıp çocuklar ile ilgili uluslararası iş birliği sağlanarak ivedilikle kapsamlı bir soruşturma başlatılmalı, ihmal ve sorumluluğu bulunanlar cezalandırılmalıdır. Göçmen çocukların aileleriyle birlikte güvenli alanlarda barınabilmeleri için bir program başlatılmalı ve göç veren bölgeler için ekonomik ve siyasi desteği de kapsayan uluslararası projeler hayata geçirilmelidir." Afganistan’da sivil katliamı Afganistan’daki sivil katliamlara değinen Sağlam, “Afganistan’da Nimruz kentinin Munazari köyüne düzenlenen hava saldırısında en az 12 sivil daha katledildi. 2015'ten bu yana 40 binden fazla kişinin katledildiği Afganistan’da barış görüşmelerine rağmen saldırılar devam etmekte savaşın bedeli sivillere ödetilmektedir. Taliban ve Afganistan yönetimi arasında devam eden gerilim, önceliğin iç barışa verilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Müzakere sürecinde saldırıların devam etmesi, barış sürecini sekteye uğratmakta ve sivil kayıpları artırmaktadır. Müzakere masasında daha güçlü konumda olmak için gerçekleştirilen saldırılar Afganistan halkına büyük bedel ödetmekte ve emperyalist işgalcilerin ülkedeki faaliyetlerini kalıcı hale getirmektedir. Afganistanlı tarafların önceliği siyasi hâkimiyet değil halkın refahı ve güvenliği olmalıdır. Bu doğrultuda bir an önce süresiz ve koşulsuz ateşkes ilan edilmeli, iç barışa yönelik çaba arttırılmalıdır.” dedi. Dünya Müslümanları Kudüs’e sahip çıkmalıdır Dünya Müslümanlarının Kudüs’e sahip çıkması gerektiğini sözlerine ekleyen Sağlam, şöyle devam etti: "İşgal rejimi, yıllardan beri Mescid-i Aksa’yı yıkmak için sistemli bir şekilde çalışmaktadır. Arkeolojik kazı bahanesiyle Mecsid-i Aksa’nın altında iş makineleriyle tüneller kazılmaktadır. İslam dünyasının sessizliğinden de cesaret alan işgalciler bu yıkım çalışmalarına hız verdi. Bu çalışmalar devam ederse bir sabah kalktığımızda Aksa’nın yıkılmış haliyle karşılaşabiliriz. Bu durumla karşılaşmamak için İslam ümmeti aralarındaki ihtilafları bir kenara bırakarak Kudüs’e sahip çıkmalıdır." “Filistinli esirlerin can emniyeti sağlanmalı” Uluslararası kurumlara çağrıda bulunan Sağlam, “Zulümlerini her alanda devam ettiren işgal rejimi, korona virüsüne yakalanan Filistinli esirlerin tedavilerini yapmayarak ölüme mahkûm etmektedir. Filistin resmi kaynaklarına göre, işgal rejiminin hapishanelerinde 4 bin 400 Filistinli esir bulunuyor. Bunlardan 380'i herhangi bir suç isnat edilmeden esir olarak tutulmaktadır. Bu esirlerin uluslararası antlaşmalarla güvence altına alınan insani hakları dahi gasp ediliyor. Şu ana kadar 171 Filistinli esir Covid-19’a yakalandı. Siyonist rejimin sözde Kamu Güvenliği Bakanı, hapishanelerdeki tutuklulara Covid-19 aşısı yapılmaması yönünde talimat yayınladı. Dünya Sağlık Örgütü, Kızılay, Kızılhaç ve diğer uluslararası kurumları, Filistinli esirlerin can emniyetinin sağlanması ve sağlığının korunması konusunda Siyonist rejime baskı yapmaya çağırıyoruz.” diye kaydetti. Suriyeli mülteciler Sağlam, Suriyeli mülteciler hakkında da şu değerlendirmelerde bulundu: "Son yılların en acımasız ve ilkesiz savaşı Suriye coğrafyasında devam etmektedir. 12 milyon Suriyeli yerinden olmuş, bir milyonun üstünde insan ölmüş, milyonlarcası yaralanmış, on binlercesinin akıbeti de bilinmemektedir. Bu insani dramdan en çok kadınlar, çocuklar ve yaşlılar etkilenmektedir. Yerinden yurdundan edilen Suriyeli kardeşlerimizin göç ettiği ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. Savaşın başından bugüne kadar toplum olarak onlara yardım eli uzatılmış, göç edenlerin yaraları sarılmaya çalışılmıştır. Bazı karanlık odaklar sistematik olarak mülteci kardeşlerimize yönelik nefret söylemini geliştirerek vatandaşları Suriyeli kardeşlerimize karşı galeyana getirmeye çalışmaktadır. Ancak milletimiz, inancından ve tarihi hafızasından aldığı güç ve terbiye ile bütün bu oyunları boşa çıkarmış ve mülteci kardeşlerine sahip çıkmıştır." “Hükümeti, siyasi partiler ile sivil toplum kuruluşlarını sorumluluk almaya davet ediyoruz” Ayrımcılığı tetikleyen söylemlerden uzak kalınması gerektiğini belirten Sağlam, “Yakın zamanda Suriyeli mültecilerin şehir içindeki mezarlıklarda defnedilmesine izin verilmemesi ve hava kirliliğinin Suriyeli mültecilerden kaynaklandığı söylemleri, ayrımcılığın ölülere vardırıldığı ve utanç verici bir seviye indirgendiğini göstermektedir. Bu ayrımcılık ve insanı aşağılayan söylemler bunları yapanların alnında kara bir leke olarak kalmaya devam edecektir. Sığınma ya da iltica hakkı lütuf değil temel bir insani haktır ve sığınılan ülkeye sorumluluk yüklemektedir. Mültecilere yönelik bu ayrımcı politikalara karşı, Hükümeti, siyasi partiler ile sivil toplum kuruluşlarını sorumluluk almaya davet ediyoruz.” şeklinde konuştu. (İLKHA)